26 Ağustos 2007

Başlarken


Size, akıllara durgunluk veren Ölüler Meydanı Jemaa el-Fna’yı anlatabilirdim, ya da Katmandu’dan Lhassa’ya planladığınız yolculukta yanınıza alacaklarınızı.

Gelin görün ki, paylaşmak istediğim başka şeyler var.
Dünyanın dört bir yanındaki olay yeri inceleme birimlerinde ve
kriminal laboratuvarlarda çalışan adsız kahramanların
bilim ve teknolojiyi kullanarak suçu nasıl aydınlattıklarını,
suçluyu, suçsuzdan nasıl ayırdıklarını.

Kimyanın, matematiğin, fiziğin, genetiğin ve daha nice bilim dalının “forensic science”, yani “adli bilimler” çatısı altında suçla mücadeleye nasıl katkıda bulunduğunu.
CSI:Miami ya da benzeri dizilerde gördüğünüz teknolojilerinin ne kadarının gerçek, ne kadarının
hayal olduğunu anlatmak istiyorum.

Anlatmak istediğim başka şeyler de var.
Okunduğunda, duyulduğunda, tanık olunduğunda pek de keyif vermeyen.
İsyan ettiren, hayrete düşüren, “bu kadar da olmaz ki!” dedirten.
Yukarıdakiler kadar hoşlanmayabilirsiniz, ama bunları da anlatmak istiyorum.

Teknolojinin, olanakların, insan gücünün en yüksek düzeyde olduğu ülkelerde
ya da ülkemizde, suçun kimi zaman neden aydınlatılamadığını
suçluların kimi zaman neden yakalanamadığını
ya da masumiyetin neden kanıtlanamadığını.
Gözbebeğimiz, umut bağladığımız “forensic science”ın kimi zaman nasıl “junk science” yani “çöp bilim”e dönüştüğünü.

Ama herşey bir yana önce şunu sormak istiyorum:
“Faili meçhul” lerden ve “ben masumum” diye çırpınanlardan rahatsız oluyor musunuz?
Eğer birine ya da her ikisine “evet” diye cevap verdiyseniz, bilin ki
bilimsel deliller olmadan suçlular adalete teslim edilemez,
bilimsel deliller olmadan haksız yere itham edilen korunamaz.

Gerçeğe ve sadece gerçeğe ulaşmaya çalışan delil avcılarının,
zor, ama bir o kadar gizemli ve çekici dünyasına hoş geldiniz.