2 Aralık 2007

Bu Ayak İzi Senin Dr. Watson!


İkinci kitabım da kitapevlerinin raflarında yerini aldı. Kapaktaki fotoğrafı Tamer Hartevioğlu çekti. (Kendileri damadım olur!). Sayfasını görmek için http://thartevi.com/ a gidebilirsiniz. Şu sıralar Taksim Sanat Galerisinde (20 Aralık 2007'ye kadar sürecek) bir sergisi var. http://www.panoramikbirruya.com/ daki Venedik'leri kaçırmayın derim.

14 Ekim 2007

Amerikan Kriminal Laboratuvar Başkanları Toplantısı, Orlando


Ekim başında Amerika'daydım. Orlando'da gerçekleşen ASCLD toplantısında bir bildiri sundum. Resimde gördüğünüz kişinin adı Dwain Allen Dail. Kendisi 39 yaşında ve bir ay önce cezaevinden çıkmış. Bir görgü tanığı ve bir saç teli yüzünden 18 yıl yatmış. Kuzey Karolina Masumiyet Projesi çalışanlarının gayreti ile "postconviction DNA" testi yapılabilmiş. 12 yaşındaki küçük kızın ırzına geçenin o olmadığı, ve 2 kez ömür boyu hapse, haksız yere çarptırıldığı ortaya çıkmış.
Bu haftaki Hürriyet Pazar yazım (21 Ekim 2007)onunla ilgili.

28 Eylül 2007

Alkev toplantısı


Sevgili Cengiz Sezen dostumun isteği uzerine Alkev Vakfının üyelerine Münihli modacı Moshammer cinayetinin ayrıntılarını anlatmış ve sözü DNA bankalarına getirmiştim. Konuşmamın sonunda Cengiz'in elinden plaket almak bana çok keyif verdi. İnsana 40 yıl, gerçekten 40 yıl önce aynı sıralarda oturduğu dostlarından başka bir zenginlik kalmıyor.

31 Ağustos 2007

Parmak izleri


Az önce, adlibilimler yahoo grubuna gönderilen bir mesajdan, 26 Ağustos 2007 günü, Zafer Kütük'ün, Star Gazetesi'nde "Polis, yaklaşık 18 milyon 500 bin ehliyet sahibi ile 1 milyon 500 bin pasaport sahibini parmak izi vermek üzere davet etmeye hazırlanıyor. Parmak izleri polisin Otomatik Parmak İzi Teşhis Sistemi’nde tutulacak. Mahkeme kararı olması halinde olay yerinden alınan parmak izleri kayıtlarla karşılaştırılacak. Suçlunun anında bulunması beklenen düzenlemeye göre veriler kayıt tarihinden itibaren 80 yıl süreyle sistemde saklanacak. Kişinin ölümü halinde ise 10 yıl geçtikten sonra sistemden silinecek." diye yazdığını öğrendim. Bir rastlantı eseri 2 Eylülde, Hürriyet Pazar'daki "Delil Avcısı" sayfamda yayınlanacak yazım, parmak izi eşleştirmesinde yapılan hatalarla ilgili. Umarım, benzeri aksilikler yaşamayız. Diyeceksiniz ki, "Evvelce aksilikler yaşayıp, yaşamadığımız ne malum?" Ben de diyorum ki, "Susma hakkımı kullanıyorum!"

26 Ağustos 2007

Hürriyet Pazar'daki Delil Avcısı

Hürriyet'in Pazar ekinde 2005 sonbaharından bu yana okurlarla buluşuyorum. İlüstrasyonları çizen sevgili Ergün Gündüz'le "dalya" demek üzereyiz. Bu haftaki yazım, pedofillerle ilgili. Başlığı Yılanlar ve Melekler. Yazma nedenim, Paris'te kaçırılıp, ırzına geçilen 5 yaşındaki küçük Enis.

Başlarken


Size, akıllara durgunluk veren Ölüler Meydanı Jemaa el-Fna’yı anlatabilirdim, ya da Katmandu’dan Lhassa’ya planladığınız yolculukta yanınıza alacaklarınızı.

Gelin görün ki, paylaşmak istediğim başka şeyler var.
Dünyanın dört bir yanındaki olay yeri inceleme birimlerinde ve
kriminal laboratuvarlarda çalışan adsız kahramanların
bilim ve teknolojiyi kullanarak suçu nasıl aydınlattıklarını,
suçluyu, suçsuzdan nasıl ayırdıklarını.

Kimyanın, matematiğin, fiziğin, genetiğin ve daha nice bilim dalının “forensic science”, yani “adli bilimler” çatısı altında suçla mücadeleye nasıl katkıda bulunduğunu.
CSI:Miami ya da benzeri dizilerde gördüğünüz teknolojilerinin ne kadarının gerçek, ne kadarının
hayal olduğunu anlatmak istiyorum.

Anlatmak istediğim başka şeyler de var.
Okunduğunda, duyulduğunda, tanık olunduğunda pek de keyif vermeyen.
İsyan ettiren, hayrete düşüren, “bu kadar da olmaz ki!” dedirten.
Yukarıdakiler kadar hoşlanmayabilirsiniz, ama bunları da anlatmak istiyorum.

Teknolojinin, olanakların, insan gücünün en yüksek düzeyde olduğu ülkelerde
ya da ülkemizde, suçun kimi zaman neden aydınlatılamadığını
suçluların kimi zaman neden yakalanamadığını
ya da masumiyetin neden kanıtlanamadığını.
Gözbebeğimiz, umut bağladığımız “forensic science”ın kimi zaman nasıl “junk science” yani “çöp bilim”e dönüştüğünü.

Ama herşey bir yana önce şunu sormak istiyorum:
“Faili meçhul” lerden ve “ben masumum” diye çırpınanlardan rahatsız oluyor musunuz?
Eğer birine ya da her ikisine “evet” diye cevap verdiyseniz, bilin ki
bilimsel deliller olmadan suçlular adalete teslim edilemez,
bilimsel deliller olmadan haksız yere itham edilen korunamaz.

Gerçeğe ve sadece gerçeğe ulaşmaya çalışan delil avcılarının,
zor, ama bir o kadar gizemli ve çekici dünyasına hoş geldiniz.

5 Ağustos 2007

Kim gördü öldüğünü? Ben, dedi sinek


40 kilo su, 12 kilo yağ, bir o kadar protein, yarım kilo şeker ve onlarca minerali içeren ölü bir bedenden neyin nasıl, ne zaman yararlanacağı bellidir ve hiç şaşmaz.

İşte adli entomoloji, uçanından sürünenine binlerce yaratığın hiç bozmadan uyduğu bu düzeni bilenlerin, ölüleri konuşturabilme sanatıdır.

Gerçi biz, "Anan öle Cemil, baban öle Cemil. Yetim kalasın Cemil, benim olasın Cemil" diyerek göbek atarız ama, çocuk şarkılarımızdaki şiddet ve ölüm motifi, Avrupalılarınkine oranla çok daha azdır.

Örneğin,
- Kim gördü öldüğünü?
- Ben, dedi sinek, küçük gözlerimle, ben gördüm öldüğünü.
- Kefeni kim dikecek?
- Ben, dedi karınca, iğnemle ipliğimle, benim kefeni dikecek

diye süregelen "Cock Robin'i kim öldürdü" adlı İngiliz çocuk şarkısı, bir çocuk şarkısı olmak için pek serttir ama, doğanın sunduğu paha biçilmez bir hediyenin, yani ölü bir bedenin, nasıl paylaşıldığını anlatır.

Ölüm zamanı, bir cinayet soruşturmasını yürütenlerin ilk sorduğu ve mutlaka yanıtlanmasını istedikleri birkaç sorudan biridir. Üstelik onlar, aylar ya da günlerin değil, kimi zaman saatlerin, hatta dakikaların bile peşindedir ve kolayca cevap verilebileceğini sanırlar.

Halbuki, ölümden sonra geçen süreyi bu doğrulukla belirlemek, bazı istisnalar dışında neredeyse olanaksızdır. Hele ölümün üzerinden 3-5 günden daha uzun bir süre geçtikten sonra, olay yerine keşfe gelen doktorun, filmlerde gösterildiği biçimde, bir bakışta yanıtlayabileceği bir soru hiç değildir. Ölümü izleyen ilk günlerde çok işe yarayan vücut sıcaklığında düşme (algor mortis), ölü morluğu (livor mortis) ve ölü sertliği (rigor mortis) gibi değişiklikler giderek kullanılamaz olur. Bundan sonra, kutuplardan okyanuslara, her ekosistemde yaşamayı becerebilen eklembacaklıların (arthropoda) dilinden anlayanlara iş düşer.

Bir adli entomoloğa öylesine umut bağlanır ki, sadece ölümden sonra geçen süreyi değil, kişinin bir yerde öldürülüp başka bir yere atıldığını, ırzına geçilip geçilmediğini, gece mi yoksa gündüz mü öldürüldüğünü, suda ne kadar kaldığını, kafasının ne zaman kesildiğini, ölenin alkol ya da uyuşturucu kullandığını söylemesi beklenir.

Hatta zanlının kolundaki, bacağındaki böcek ısırıklarından ya da otomobilinin hava filtresine takılıp kalan sineklerden, belli bir coğrafi bölgeye gittiğini kanıtlaması istenir. Bir bebek bezinin en son ne zaman değiştirildiğini, bir yatalağın altının ne zaman temizlendiğini söyleyecek kişi yine odur. Bir entomologdan beklenti, bunlarla da sınırlı kalmaz, besinlerdeki canlı kalıntılarının gıda kodekslerine uygunluğu, evdeki karıncalarla hamamböceklerinin nereden, ne zaman geldiği, ondan sorulur.

Kısacası, eklembacaklıların dilinden anlayanların birer sihirbaz olduğu sanılır. Halbuki onlar, sadece bir tahmin yürütürler ve gerçeği aydınlatacak başkaca bir yöntemin kalmadığı noktada, bu tahmin bile çok işe yarar. Adalete hizmet eden on binlerce kimyacı, eczacı, biyoloğa karşın, her ülkedeki uzman sayısının, iki elin parmaklarından az olduğu dikkate alınırsa, bir tahmin yürütmenin bile ne denli zor olduğu ortadadır.

Sinekler toprağın altını koklar

Leş sinekleri (necrophagous diptera), bir karış toprakla örtülü olsa bile, ölünün kokusunu, dakikalar içinde ve kilometrelerce öteden fark edebilirler. Büyük bir olasılıkla, bundan 5000 yıl önce Mezopotamya'da yaşayan ve 10 ayrı sinek türünü tarif edebilen Ur kenti sakinleri, 3400 yıl önce bir mumyanın ağzına tıkıştırılan papirüs üzerine "Kaygılanma, içindeki kurtçuklar sinek olmayacak" diye yazabilen Mısırlılar, sineklerin bu olağanüstü becerisinin farkındaydılar ama, eldeki kayıtlara göre Çinli Sung Tz'u, sineklerden yararlanarak bir cinayeti aydınlatan ilk kişidir.

Sung Tz'u, bundan tam 762 yıl önce yazdığı Hsi Yuan Çi Lu (Hataları Yıkamak) adlı kitabında, bir çeltik tarlasında bıçaklanarak öldürülen adamın öyküsünü anlatır. Cesedin bulunuşunun ertesi günü, Sung Tz'u, köylülere ellerindeki orakları yere bırakmalarını söyler. Sinekler oraklardan birine üşüşünce, Sung Tz'u katilin kim olduğunu bulur (Ölenin küçük bir doku parçası, bıçağın üzerinde kalmış olsa gerek). Yazarın anlattığına göre, köylü hem suçunu itiraf eder, hem de öylesine şaşalar ki "kafasını yerlere vurur."

Ortaçağ boyunca, kurtçuklarla kadavraların ilişkisinden ya da erişkin sineklerin cesetlere bıraktığı yumurtalardan bir sonuç çıkartan olmadığı gibi, bu canlıların hemen orada, ölü bedenden yaratıldığı sanılırdı. 19. yüzyılın başlarında, çürümeyle birlikte, sineklerin, böceklerin belli bir düzen içerisinde hareket etmeye başladığı, belli zaman ve sırayla cesede geldikleri, dişi sineklerin burun, göz, kulak gibi doğal boşluklarla, açık yaralara yumurtalarını bıraktığı ilgi çekmeye başladı. Çok sayıda toplu mezar açılımına katılan ünlü Fransız doktor Orfila, gözlemlerini pek ayrıntılı biçimde kaleme almakla birlikte, bu canlıların cesetlere geliş sırası, ayrıca yumurtadan erginliğe başkalaşımları ile ölüm zamanı arasındaki ilişkinin kurulması 1950'leri buldu.

Ömre bedel küçük yanlış

Böcekbilimciler, ölümden sonra geçen sürenin hesaplanmasında, geleneksel olarak başlıca iki veri kullanmıştır. 1) Ceset üzerindeki larvaların yaşı ve 2) cesede hangi böceğin, hangisinden önce geldiğinin bilgisi. Sözde kolay, uygulamada olağanüstü zor işlerdir bunlar ve yapılacak en küçük bir yanlış, entomolojiye fazlaca güvenen bir iddia makamını yanlış yönlendirebilir ve bu durum, zanlının başına gelebilecek en büyük felakettir.

1959'da, 12 yaşındaki kız arkadaşının ırzına geçmek ve onu öldürmekten idama mahkûm edilen, henüz 14 yaşındaki Kanadalı Steven Murray Truscott'un aleyhindeki başlıca delil, kızın üzerindeki larvaların 9 Haziran günü saat 19.00 ile 19.45 arasında ortaya çıktığını, buna göre cinayetin aynı gün saat 17.00 ile 19.45 arasında işlendiğini öne süren entomolog Neal H. Haskell'in bilirkişi raporuydu.

Böcek türlerinin DNA profilleri

İdam cezası önce müebbete çevrilen, yıllar sonra denetimli serbestliğine karar verilen Truscott, 61 yaşına bastığında hala masum olduğunu iddia ediyordu. Aynı larvaları yarım asır sonra inceleyen başka entomologlar, larvaların yaşının, dolayısıyla ölüm zamanının yanlış hesaplandığını ve cinayetin 9 değil de, 10 Haziran günü işlendiğini ileri sürdüler. Katilin, yıllarca cezaevinde yatmış Truscott olmayabileceği kuşkusu yürekleri sardı. Nitekim, 28 Ağustos 2007'de Ontario Temyiz Mahkemesi, delil yetersizliğinden beraatine karar verdi. Adalet Bakanı Michael Bryant, Ontario hükümeti adına özür dilemek ve yapılan adaletsizlik nedeniyle "gerçekten üzgün" olduğunu belirtmekle kalmadı, 7 Temmuz 2008'de tazminat olarak ödenecek 6.5 milyon dolarlık çeki de imzaladı.

Entomologların başlıca yanılma nedeni, böceğin türünü doğru olarak belirleyememeleridir. Türde yanılma, yaşta yanılmayı, yaşta yanılma, ölüm zamanında yanılmayı beraberinde getirir. Sonuçta masum insanlar, tıpkı Kanadalı Truscott gibi onlarca yılını demir parmaklıklar arkasında geçirir. Genellikle onun kadar şanslı da olmazlar. Bu yüzyılın yıldızı DNA, artık bu derde de derman oluyor. Henüz başlangıcında olmakla birlikte, böcek türlerinin DNA profillerinin depolandığı veri tabanları oluşuyor. Olay yeri inceleme uzmanlarının topladığı yumurta ve larvaların DNA'sı elde edildikten sonra, profilleri bankadaki verilerle karşılaştırılacak, böylelikle böceğin türü kesin olarak saptanacak.

Ancak unutmamalı ki, bitki örtüsü gibi, böcek türleri de coğrafyaya göre değişir. Bu nedenle her ülkenin kendi böcek DNA bankasını oluşturması gerekecek. Adli entomolojinin ülkemizdeki geçmişinin fazla uzun olmadığını dikkate alırsak, henüz gidecek çok yolumuz var demektir.

Terkos suyu, Alman sineklerini nasıl zehirlere dirençli yaptı

Söz böcekten, sinekten açılınca, yıllar önce başımdan geçen komik bir olayı paylaşmak isterim. Adalet Bakanlığı, Adli Tıp Kurumu'nun Kimya Dairesi'ni yönettiğim ilk yıllarda en önemli sorun, içorgan parçalarında zehir aramaktı. Otopsi sonrası kavanozlar içinde tarafımıza gönderilen kalp, karaciğer, mide sıvısı ve akla gelen daha pek çok örnekte bu amaçla kullanılabilecek hızlı, güvenilir ve ucuz bir yöntem arıyordum.

Meslek yaşamımda bir sorunla karşılaştığımda, yeryüzünde konuyu en iyi bilen kimse, bulup ona danışmışımdır. 1980'li yıllarda bu işin ustası, Almanya'nın Erlangen Üniversitesi'nden Marika Geldmacher von Mallinckrodt'tu ve soluğu onun yanında almıştım.

Türkiye'ye dönerken el çantamın içerisinde gümrük yetkililerine hitaben bir mektup ve ağzı pamukla kapalı erlenmeyer adını verdiğimiz iki cam kap vardı. Mektupta "Bunlar laboratuvar koşullarında üretilmiş drosophila melanogaster'dir ve hastalık taşımıyorlar" diye yazılıydı, kavanozlarda da, altın değerinde yüzlerce sirke sineği. Bu sihirli sineklerden birkaçını, kapalı bir kap içindeki iğne ucu kadar iç organ parçasının yanına bırakıveriyordunuz, birkaç saat içinde ölürse, kişinin zehirlendiği anlaşılıyordu. Sinekler çok duyarlıydı, yöntem çok basitti, hızlı ve ucuzdu. Aradığımızı bulmuştuk, toksikoloji biriminde çalışan sevgili Ümit, Cabbar, Murat, Sevgi, Erdoğan ve daha niceleri havalara uçuyorduk.

Mallinckodt'un bana öğrettiği gibi sineklere yem ve su veriyor, çoğaltıyor, bir kaptan diğerine aktarıyor, büyük bir keyifle işimizi sürdürüyorduk. Bir süre sonra sinekler ölmemeye başladı. Zehirlendiğinden kesinlikle emin olduğumuz olgularda bile kıllarını kıpırdatmıyor, organları yiyip bitiriyor, yaşamlarını sürdürüyorlardı. Fareleri tarım ilacıyla zehirledik, sinekleri iç organlarının yanına bıraktık. Bana mısın demiyorlardı. İşin sırrını çok sonra çözebildik. Alman sineklerine verdiğimiz Terkos suyu, birkaç kuşak sonra, onları zehirlere karşı dirençli Türk sineği haline getirmişti. Sinek sevdamız böylece bitti, biz de eski tas, eski hamam, uzun, pahalı ve zor yöntemlerle zehir aramaya geri döndük.

Bir elinde cımbız, bir elinde kurt

Son yarım asırda, adli entomoloji alanındaki araştırmalar arttı, onlarca yıl boyunca, iğneyle kuyu kazarcasına, yaşadıkları bölgenin sinekleriyle böceklerini, yaz, kış, gündüz, gece, açıkta, kapalıda izleyen az sayıda uzman, cinayetlerin aydınlatılmasına katkıda bulundukça ve bu başarıları gazete sütunlarına taşındığında, pek çok ülkede, bu arada Türkiye'de de mesleğe ilgi duyanlar arttı. Buna rağmen, 2000'lere gelindiğinde, dünya genelinde "işi bilen" ve uluslararası hakemli dergilerde araştırmaları yayınlananların sayısı 30-40 kişiyi geçmiyordu.

2002'de kaybettiğimiz, İngiliz polisine 25 yıl boyunca destek veren, Cambridge Üniversitesi'nden Türk asıllı entomolog Zakaria Erzinçlioğlu; TV dizisi CSI'da entomolog kahraman Gil Grissom'un oynadığı bölümlerin danışmanı, Hawaii'den Lee Goff; Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü'nde adli entomoloji laboratuvarını kuran Osman Sert'in bir süre yanında çalıştığı, Illinois Üniversitesi'nden Bernard Greenberg; ayrıca Ankara Üniversitesi'nden Nihal Açıkgöz ile Aysun Balseven'in yanında kurs gördüğü, Lozan Polis teşkilatından Claude Wyss, bu ünlülerden bazıları.

Komiser Ersin Karapazarlıoğlu'nun birlikte çalıştığı Indiana'dan Neal H. Haskell'i de unutmamalı. O Haskell ki, işine o denli düşkündü ki, bundan 15 yıl kadar önce, 9-10 yaşlarındaki oğlu Chrissy'nin, deneyleri evde sürdüren babasına "Buzluktaki kediyi işe götür, sütün tadı bir garip oluyor" dediğini hepimiz biliriz.

Tabii bir de, henüz 30'larının başındayken, bir elinde cımbız, diğer elinde reçel kavanozuna tepeleme doldurduğu sarı ve turuncu renkteki kurtçuklarla dünyanın değişik TV kanallarını dolaşmaya başlayan, kurtçuklarının yakın plan çekimleri dergi kapaklarını süsleyen, Alman biyolog Mark Benecke var. Birkaç kez karşılaşma fırsatını bulduğum Benecke, 1995-1997 arasında New York Adli Tabipliği'nin laboratuvarında çalıştıktan sonra, ülkesine dönmüş ve Köln'de dünyanın ilk özel adli entomoloji laboratuvarını açmıştı.